15 Aralık 2010 Çarşamba

CEHENNEME KURULAN KAMP


Cecily Brown,New Face in Hell
CEHENNEME KURULAN KAMP
Ben iki elimde iki hançer
Kıpkızıl günahlar örmüşüm


Bu eller benim ellerim cennetten kovuldular
Kan kusan geceye nehir nehir
Tükrükle boğulan ezilen lanetlenen
İrin yüklü bakışlardan bu kaçıncı kaçışım
Bu kaçıncı saplayışım tırnaklarımı yüreğime
Ama ölmedim
Neden ölmedim

Öptüm ölümün kaynamış tutkal kokan ağzından
Kara kara yengeçlerin yuva yaptığı
Işık değmemiş ıslak saçlarına astım kendimi
Belki bin yıl sallandım durdum
Ama ölmedim
Neden ölmedim

Bıktım bu dost cüceler ülkesinde
Dev yalnızlığımı sırtımda taşımaktan
Yorgun alnımdan
İri terlerin aktığı kör kuyulara
Yılanların ve akreplerin
Ve ısırgan böceklerin susuzluğunu gideren
Bu denizler benzindi hep
Ve hep ne varsa deniz denilen kıyılarda ateşler yaktım
Ama ölmedim
Neden ölmedim
Açmış aç ağızlarını cılız arzular
Dişleri diken diken etimde dolaşan
Tutup bütün kapılarını kırıyorum mabetlerin
Tanrıyı arıyorum
Tanrı yok diyorlar ama neden yok
Bir yumruk olup sıkılıyorum
Parmaklarım dökülüyorlar
Bir kaç cam kırıyorum buz tutmuş gökten
Ben yarıdan fazla günahkarım biliyorum
Yarıdan fazla karanlık bu yer bu insanlar bu okyanus

Ve neden sonra zaman
Bir iskele olup sıyrıldı takvim yapraklarından
Artık bütün şarkılar susmuştu ölüm Tanrısı susmuştu
İçimdeki çanlar susmuştu ben susmuştum
Cehennemde yer bulmak zordu

En utanılır günahlarımı Sırat köprüsüne astım
Güneş bir fahişe gibi sarışındı üşüyordum
Demir örgülü kızgın kapıların mermer eşiğinden
Sümük gibi alevler akıyordu
Alev denizinde yıkanıyorduk -ho ho hoy-
Alev denizinde
Alev
Deniz
Alev

Tanrının iskeletinden kan sızıyordu...
 
AYHAN KIRDAR

30 Kasım 2010 Salı

bakar görmezler ülkesinde yolculuk

Feilds of Revolution

 'Düşün karanlığı ve acı soğuğu iniltilerin yankılandığı bu vadi de' B.B.
"Din-dışı eleştirinin temelini şu oluşturuyor: insanı insan yapan din değil, dini yapan insandır. Yani din, henüz kendine erişmemiş ya da çoktan yitirmiş bulunulan insanın sahip olduğu kendinin bilinci ve kendinin duygusunu oluşturuyor. Ama insan, dünyanın dışında herhangi bir yere çekilmiş soyut bir öz değil. İnsan, insanın dünyası, devlet, toplum anlamına geliyor. Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini üretiyor, çünkü kendileri alt-üst olmuş bir dünya oluşturuyor. Din bu dünyanın genel teorisini, onun ansiklopedik özetleme kitabını, onun halksal biçimdeki mantığını, onun tinselci point d'honneur'ünü (onur sorununu), kendinden geçmesini, ahlaksal onaylanmasını, görkemli tamamlayıcısını, teselli ve aklanmasının evrensel temelini oluşturuyor. Din insanal özün doğaüstü gerçekleşmesini oluşturuyor, çünkü insanal öz gerçek gerçekliğe sahip bulunmuyor. Öyleyse dine karşı savaşım vermek, dolaylı olarak dinin tinsel aromasını oluşturduğu dünyaya karşı savaşım vermek anlamına geliyor.
Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, tinin dıştalandığı toplumsal koşulların tinini oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor.
Halkın aldatıcı mutluluğunu olarak dini ortadan kaldırmak, halkın gerçek mutluluğunu istemek anlamına geliyor. Halkın kendi durumu üzerindeki yanılsamalardan vazgeçmesini isteme, halkın yanılsamalara gereksinim duyan bir durumdan vazgeçmesini istemek anlamına geliyor. Öyleyse dinin eleştirisi, dinin aylasını oluşturduğu bu gözyaşları vadisinin tohum halindeki eleştirisi anlamına geliyor."
Karl Marx. Hegel'in Hukuk Felsefesi'nin Eleştirisine Katkı. Giriş.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Sis


  
Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman,
beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan
ağırlığının altında herşey silinmiş gibi,
bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü;
tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar
onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!
Ama bu derin karanlık örtü sana çok lâyık;
lâyık bu örtünüş sana, ey zulümlér sâhası!
Ey zulümler sâhası... Evet, ey parlak alan,
ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha!
Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan,
Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi!
Ey kanlı sevişmeleri titremeden, tiksinmeden
sefahate susamış bağrında yaşatan.
Ey Marmara’nın mavi kucaklayışı içinde
sanki ölmüş gibi dalgın uyuyan canlı yığın.
Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,
ey bin kocadan artakalan dul kız;
güzelliğindeki tâzelik büyüsü henüz besbelli,
sana bakan gözler hâlâ üstüne titriyor.
Dışarıdan, uzaktan açılan gözlere, süzgün
iki lâcivert gözünle nekadar canayakın görünüyorsun!
Canayakın, hem de en kirli kadınlar gibi;
içerinde coşan ağıtların hiç birine aldırış etmeden.
Sanki bir hâin el, daha sen şehir olarak kuruluyorken,
lânetin zehirli suyunu yapına katmış gibi!
Zerrelerinde hep riyakârlığın pislikleri dalgalanır,
İçerinde temiz bir zerre aslâ bulamazsın.
Hep riyânın çirkefi; hasedin, kârgüdmenin çirkeflikleri;
Yalnız işte bu... Ve sanki hep bunlarla yükselinecek.
Milyonla barındırdığın insan kılıklarından
Parlak ve temiz alınlı kaç adam çıkar?

Örtün, evet ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!
Ey debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’ali ve zindanlı saraylar.
Ey hâtıraların kurşun kaplı kümbetlerini andıran, câmîler;
ey bağlanmış birer dev gibi duran mağrur sütunlar ki,
geçmişleri geleceklere anlatmıya memurdur;
ey dişleri düşmüş, sırıtan sur kafilesi.
Ey kubbeler, ey şanlı dilek evleri;
ey doğruluğun sözlerini taşıyan minâreler.
Ey basık tavanlı medreseler, mahkemecikler;
ey servilerin kara gölgelerinde birer yer
edinen nice bin sabırlı dilenci gürûhu;
“Geçmişlere Rahmet! ” diye yazılı kabir taşları.
Ey türbeler, ey herbiri velvele koparan bir hâtıra
canlandırdığı halde sessiz ve sadâsız yatan dedeler!
Ey tozla çamurun çarpıştığı eski sokaklar;
ey her açılan gediği bir vak’a sayıklıyan
vîrâneler, ey azılıların uykuya girdikleri yer.
Ey kapkara damlariyle ayağa kalkmış birer mâtemi
sembole eden harap ve sessiz evler;
ey herbiri bir leyleğe yahut bir çaylağa yuva olan
kederli ocaklar ki, bütün acılıklariyle somutmuş,
ve yıllardır tütmek ne... çoktan unutulmuş!
Ey mîdelerin zorlaması zehirinden ötürü
her aşâlığı yiyip yutan köhne ağızlar!
Ey tabi’atin gürlükleri ve nimetleriyle dolu
bir hayata sâhip iken, aç, işsiz ve verimsiz kalıp
her nâmeti, bütün gürlükleri, hep kurtuluş sebeplerini
gökten dilenen tevekkül zilleti ki.. sahtadir!
Ey köpek havlamaları, ey konuşma şerefiyle yükselmiş
olan insanda şu nankörlüğe lânet yağdıran feryât!
Ey faydasız ağlayışlar, ey zehirli gülüşler;
ey eksinlik ve kaderin açık ifadesi, nefretli bakışlar!
Ey ancak masalların tanıdığı bir hâtıra: Nâmus;
ey adamı ikbâl kıblesine götüren yol: Ayak öpme yolu.
Ey silahlı korku ki, öksüz ve dulların ağzındaki
her tâlih şikayeti yapageldiğin yıkımlardan ötürüdür!
Ey bir adamı korumak ve hürriyete kavuşturmak için
yalnız teneffüs hakkı veren kanun masalı!
Ey tutulmıyan vaitler, ey sonsuz muhakkak yalan,
ey mahkemelerden biteviye kovulan “hak”!
Ey en şiddetlikuşkularla duygusu kö¨rleşerek
vicdanlara uzatılan gizli kulaklar;
ey işitilmek korkusuyle kilitlenmiş ağızlar.
Ey nefret edilen, hakîr görülen millî gayret!
Ey kılıç ve kalem, ey iki siyasî mahkûm;
ey fazilet ve nezâketin payı, ey çoktan unutulan bu çehre!
Ey korku ağırlığından iki büklüm gemeye alışmış
zengin – fakir herkes, meşhur koca bir millet!
Ey eğilmiş esir baş, ki ak-pak, fakat iğrenç;
ey tâze kadın, ey onu tâkîbe koşan genç!
Ey hicran üzgünü ana, ey küskün karı-koca;
ey kimsesiz; âvâre çocuklar... Hele sizler,
hele sizler...

Örtün, evet, ey felâket sahnesi... Örtün artık ey şehir;
Örtün, ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!

           Tevfik Fikret

10 Kasım 2010 Çarşamba

parazitusların günlüğü-2

 Faust:(Mefistofeles'e)
Your Mothers Voice-Lea Kelley
"Hayır, söyle bana, amaç nedir?
Bu çılgınlık, bu delice hareketler,
Bu adi üçkağıt;
Hepsini bilirim,
Nefret ederim onlardan."
Faust'dan Cadı Mutfağı  bölümünden bir replik
Johann Wollfgang Goethe

değermiydi?tüm bu heyhulanın içerisinde bunca çabaya, telaşa ve yitip giden zamana değermiydi?nasıl olsa birgün inandığın uğruna herşeyi göze aldığın değerleri beş para etmez dangalağın biri çıkıp bambaşka bir amaç uğruna eğip bükecek temsil ettiği inançların tam tersi bir senaryoya malzeme yapacak hem de ne için gözü dönmüş güç istencine payanda kılabilmek uğruna..ve kaybettiklerimizin anılarını bile koruyamazken değil ki onların inançlarını yaşatmak gerçek kılabilmek gündüz niyetine düş görmekti.

akintiyakarsiakintininicinde

24 Eylül 2010 Cuma

Genç yaşta öldürülen bir arkadaşa

Mauro Masi,Paesaggio rivellese,1970
Genç yaşta öldürülen bir arkadaşa
 Seni bizden bir buğday başağı gibi çaldılar
Ölümün kendisine baktığını gördü
                 ve şöyle dedi
Bırakma beni öleyim 
Başımı şu tozlu yolun kenarına dayayıp.
Buradan geçse geçse
    hızlı otobüslerle,ağır yük arabaları,   
ve kömüör kamyonları geçer.
Bırakma beni bu yolun kenarında
boynum tırpanla biçilmiş,                                                   
Bırakma beni gecede                                                               
gözlerimin üzeri örtülü                                                            
başucumda nöbetçi,                                                                
iki jandarmanın arasında.                                                      
Bilmiyorum beni öldüren  kim.                                                      
Al eve götür beni.                                                                    
Benim gibi köylüler
bilirler nasıl hizaya girilir bölükte,
Usulca yatır beni,
anamın öldüğü döşeğe.
Daha çok var şafakta savcının gelmesine,
yarın davarlar bile uğramaz,
bu urlanmış otlara,
göreceksin başımın bir taş gibi 
yuvarlandığını gece de
çevredeki makiler arasında.
Ölüm böyle düşman ediyor
                    bizi birbirimize.
Tırpan böyle görüyor işini tertemiz!
(Ben ne kötülük ettim ki sana?)
       İkimiz de korku salacağız 
               birbirimizin içine. 
 Buğdaylar olgunlaştığı zaman 
   bu dalların uğultusun da .

      Rocco Scotellaro 

19 Eylül 2010 Pazar

"başlangıçta eylem vardı."

"Saçında gecenin soğuk rüzgarı
Birgün kapatırsın bu ufukları
Beklersin köşende sessiz ve yorgun 
Siyah atlarını son yolculuğun"
A.H.Tanpınar

bazen zorlasan da hiçbirşeyi değiştiremezssin doğanın yasaları girmiştir işin içine ne yaparsan yap yeterli olmaz hep birşeyler eksiktir yada beyhude bir çaba olmanın ötesine geçemezsin...o an gerçeği kabul edip şairin dediği gibi son yolculuğumu beklemeli?yada olasılıkların sonsuz olduğu bir denklemde farklı bir yol mu aramalı?gecenin karanlığında hep aynı duvara çarpmaktansa geri dönüp yola ve yolculuğa yeniden mi başlamalı?umut etmek ve yanılsamalarla yetinmek olmadı koşulların değişmesini beklemek..ben bunun yerine yaşamayı yola tekrar yeni baştan başlamayı öneriyorum.goethe'nin dediği gibi "başlangıçta eylem vardı." 
akintiyakarsiakintininicinde

4 Eylül 2010 Cumartesi

Bir kayanın hatırası olmak



Felaket ne orda ne burda
Kendi kendinin dışında olmakta

Çılgınlığın kör olduğu
Boz bulanık gördüğü zaman
Bir kayanın hatırası olmak
Ve uzanmak dışa dalgalara

Kayalar adlı şiirden  Eugene Guillevic

18 Ağustos 2010 Çarşamba

ve o gitti....

Franz Kline,Scudera,1961

durmadan erteliyorum sanki saklanabilecek bir yer varmış gibi....
yüzler,renkler hepsi uzaklaşıyor tüm varlığım yanılsamaya dönüşürken ucuz bir öykünün olmasada olur bir figüranı olarak bu durumu beklenileninde ötesinde bir iç huzuruyla karşılıyorum yitip gitmiş bir hayalin kifayetsiz muhterisi olarak yokluğa yargılıyım...

"bana göre değildi bu dünya;bir avuç yüzsüz,dilenci,bilgiç 
kabadayı,vicdansız,açgözlü içindi;onlar için kurulmuştu bu dünya.yeryüzünün,gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar,yaltaklanmasını bilenler için.."
ve o gitti....


akintiyakarşiakintinicinde

1 Temmuz 2010 Perşembe

Olmak- Andre Breton


Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Kanadı yok umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada, toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. Umutsuzluk bu, o bir sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. Bir taşın üstündeki yosun ya da su bardağı değil o.

Kardan elenmiş bir gemi o, ya da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük bir kalınlığı yok. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. Umutsuzluk o. Kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir şey işte umutsuzluk.

Gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim. Başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. Saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından umutsuzlanırım.

Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp ölmediklerini söyleyemezler. Beni büyüleyen umutsuzluğu gördüm ben.

Yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde uçan bu mavi sineği seviyorum. Şaşılacak, o uzun dolu tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum.

Her gün herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim ağaçları görüyorum.

Odanın havası davul tokmakları gibi güzel. Zaman içinde zaman bu. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o. Böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! Yangın var! Ah yine geliyorlar...

İmdat! İşte merdivenlere düştüler...

Ve o gazete ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. Kum yığını, git, pis kum yığını! Büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk.

Bir orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri daha.

Olmak
Andre Breton
Çeviri: İlhan Berk

24 Haziran 2010 Perşembe

"İlhan Abiyi Yitirdik"

alp er tunga öldü mü?
kötü dünya kaldı mı?
felek öcünü aldı mı?
şimdi yürek yırtılır.

feleğin silahı hazır
gizli tuzak kurdurur
beyler beyini vurdurur
kaçsa nasıl kurtulur?

beyler atlarını yorup
kaygıdan çaresiz durup
beti benzi sararıp
sarı safrana döndüler.

erler kurt gibi hıçkırdı
yaka bağır yırtıp durdu
acı ağıtlar çığırdı
yaş akar gözler kurur.

14 Haziran 2010 Pazartesi

parazitusların günlüğü-1


ülkenin gündemi öylesine hızlı değişiyor ki bir türlü kendimize dönemiyoruz; dönebildiğimiz nadir an'larda ise elle tutulur birşeyler görmek için çok kalın bir merceğe ihtiyaç var.. tüm bu gündem bombardımanının altında aslında bize dair hiçbirşey yok en nihayetinde nasıl sömürüldüğümüze ve bundan sonra sömüreleceğimize dair it dalaşının karşılıklı cepheye çıkmış insan müsveddelerince beyin dumuruna uğratılmış şekilde sürekli bakıyoruz. parazituslar üstümüzde tepinirken en basit bir düşüncenin kırıntısı bile beynimize yer etmeden aç kalıyoruz,işten atılıyoruz, coplanıyoruz ,suratımıza tükürülüyor tüm bunların üzerine olmayan onur namus ve inançlar aryasının eşliğinde bizde parazituslar familyasına dahil olabilmek için tüm bunları sineye çekip birer hiç olduğumuzu kendimizde onaylıyoruz.....vs vs

akintiyakarşiakintinicinde

17 Mayıs 2010 Pazartesi

son söz ölüm



"insan ölümsüz olsa da sonludur,çünkü kendini insan olarak seçmekle sonlu kılmaktadır.sonlu olmak aslında kendini seçmektir;bir başka deyişle kendini projendirerek kendine kendini bilinir kılmaktır.kendmi oluşturduğumda kendimi sonlu ve yaşamımı biricik yapmaktayım.zamansallığın geri döndürülemezliğidir beni engelleyen .ve bu geri döndürülemezlik kendini zansallaştıran özgürlüğün anlaşılmaz niteliğinden başka birşey değildir... ölümün bununla bir ilgisi yok..."
Martin Heidegger