"İster mermi kullanılsın, ister bir oy pusulası. İnsan iyi nişan almalı, Kuklayı değil kuklacıyı vurmalı"
Malcom X
(Yeraltından Notlar'dan DOSTOYEVSKİ)
Şimdi, bir an için insanların aptal olmadığım düşünelim. (Aslına bakarsanız şu sebepten, insanların gerçekten aptal olduklarım söyleyemeyiz: Bütün insanlara aptal dersek, kime akıllı diyeceğiz?) İnsanlar aptal olmasalar bile, şunu söyleyeyim ki, dehşetli nankördürler. Evet, hem de eşi bulunmaz bir nankör. Bana kalırsa insanı, iki ayaklı nankör yaratık diye tarif edebiliriz. Bu kadarla yetinirsek, en önemli kusuru unutmuş oluruz. İnsanın en büyük kusuru, Nuh Tufanı'ndan başlayıp Schlezwig Holstein dönemine dek süren erdemsizliğidir.
Erdemsizlik ve bunun sonucunda ölçüsüzlük. İnsanlık tarihine şöyle bir göz gezdirin, ne göreceksiniz, ihtişam mı? Belki bunun için Rodos heykeli bile yeter! Anayevski, kimilerinin bu heykeli insanların yaptığını, kimilerinin de doğa tarafından yaratıldığını ileri sürdüklerini boşuna söylemiyor ya! Gözalıcılık mı? O da olabilir. Yüzyıllar boyunca her milletin askerinin, sivilinin, yalnızca törenlerde giydikleri üniformalara bakarsak, bunların karşısında şaşırmayacak bir tek tarihçi yoktur. Tekdüzelik mi? Bu da olabilir. Hep dövüşüyorlar; eskiden de, şimdi de, her zaman dövüştüler ve dövüşecekler. Tekdüzeliğe bir tek örneğin yetmeyeceğini hepiniz kabul edersiniz. Sözün kısası, insanlık tarihine birçok şey, hasta bir hayal gücünün uydurabileceği her şey yakıştırılır da, ağırbaşlılık yakıştırılamaz. Daha söze bile başlamadan, lafınızı tıkarlar ağzınıza.
Hayat, karşınıza erdemli, ağırbaşlı, ölçülü, sanki bu şekilde de yaşanabileceğini göstermek ister gibi, etraflarına ışık saçan bilge insanlar da çıkarır. "Eee, sonra?" diyeceksiniz. Sonrası belli: Bu gösteriş düşkünü insanlar, hayatlarının sonlarına doğru tamamen değişerek akla gelmedik çılgınlıklar yaparlar. Sorarım şimdi size: Böyle garip özellikleri olan adamlardan başka ne beklenir? Böyle bir insanın önüne bütün dünya nimetlerini serin, mutluluk denizine, başı kaybolana, hatta su üstünde kabarcıklar çıkana kadar gömün; geçim sıkıntısı çekmeyecek kadar da zenginlik verin. Ballı kaymakları yiyip, yan gelip yatsın; bunun yanında insan neslinin tükenmemesine de çalışsın... Bütün bunlara rağmen bu insan, nankörlüğü yüzünden inanılmaz rezillikler yapar. Balı kaymağı gözü görmez; bilinçli olarak en zararlı, kendi çıkarına en ters düşen hareketleri yapar. Bunun tek nedeni, mantıklı yaşamaktan bıkıp en tehlikeli şeylere kaçan hayal gücünü, her işine sokmak istemesidir.
Çılgınca hayallerini, en beter aptallıklarını bırakmak istemez; çünkü bir piyano tuşu değil de insan olduğunu ispat etmek derdindedir. (Buna sanki çok ihtiyacı varmış gibi.) Aslında tuşlara basıp piyanoyu çalan doğa kanunlarıdır; ama bu çalış sırasında kimse liste dışında bir istekte bulunamayacaktır. Üstelik bu adama, fen bilimleri ve matematiksel sonuçlarla, gerçekten bir piyano tuşu olduğu ispat edilse bile o akıllanmaz, sadece benim isteklerim olacak diye olmadık rezillikler yapar. Eğer bunlara gücü yetmezse, kendi kafasında karışıklıklar, korkunç fırtınalar yaratarak acı duymaya başlar ve en sonunda isteğini elde eder. Dünyanın her tarafına lanetler saçar. Lanet etmek, yalnız insana ait bir özellik olduğundan (bu, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir), bu yolla isteklerini elde eder. Bir piyano tuşu değil de insan olduğuna kesin olarak inanır. Şimdi siz, bütün bu karışıklığın, karanlığın, lanetlerin listelerde önceden hesaplanıp önlenebileceğini, böylece de mantığın ağır basacağını söyleyeceksiniz. Böyle bir durumda da insan, isteğinin yapılması için deli taklidi yapar. Buna kesinlikle inanıyorum ve doğru olduğuna da eminim.
İnsanların en önemli işi, sanırım, bir civata ya da piyano tuşu değil de insan olduğunu kendisine ispat etmektir. Bu nedenle başı belaya girse de, mağara adamlarına dönse de onun için farketmez. Gel de günaha girme şimdi: Henüz bu duruma gelmediğimize, iradenin kimbi-lir hangi şeytanın emrinde olmasına rağmen, en azından varolduğuna sevinme. Eğer bana bağırma lütfunda bulunursanız, irademin özgür olduğunu, onun yalnızca normal çıkarlarıma, doğa kanunlarına ve matematiğe uygun olması için çalışıldığını söyleyeceksiniz.
— Hadi efendim, iş listelerle matematiğe dayanıp iki kere ikinin dört etmesinden başka şey olmazsa irade nerede kalır? İradem karışmasa da iki kere iki dört ediyor. Bu, irade demek midir?
Sizlere şaka yapıyorum değerli okuyucularım ve şakalarımın da ne kadar tatsız olduğunu biliyorum. Ama söylediğim her şeyi şaka olarak anlamak da doğru değil. Dişlerimi gıcırdatarak takılıyorum belki size. Ne olur baylar, içimi kemiren bazı soruların cevabını verin bana…
Erdemsizlik ve bunun sonucunda ölçüsüzlük. İnsanlık tarihine şöyle bir göz gezdirin, ne göreceksiniz, ihtişam mı? Belki bunun için Rodos heykeli bile yeter! Anayevski, kimilerinin bu heykeli insanların yaptığını, kimilerinin de doğa tarafından yaratıldığını ileri sürdüklerini boşuna söylemiyor ya! Gözalıcılık mı? O da olabilir. Yüzyıllar boyunca her milletin askerinin, sivilinin, yalnızca törenlerde giydikleri üniformalara bakarsak, bunların karşısında şaşırmayacak bir tek tarihçi yoktur. Tekdüzelik mi? Bu da olabilir. Hep dövüşüyorlar; eskiden de, şimdi de, her zaman dövüştüler ve dövüşecekler. Tekdüzeliğe bir tek örneğin yetmeyeceğini hepiniz kabul edersiniz. Sözün kısası, insanlık tarihine birçok şey, hasta bir hayal gücünün uydurabileceği her şey yakıştırılır da, ağırbaşlılık yakıştırılamaz. Daha söze bile başlamadan, lafınızı tıkarlar ağzınıza.
Hayat, karşınıza erdemli, ağırbaşlı, ölçülü, sanki bu şekilde de yaşanabileceğini göstermek ister gibi, etraflarına ışık saçan bilge insanlar da çıkarır. "Eee, sonra?" diyeceksiniz. Sonrası belli: Bu gösteriş düşkünü insanlar, hayatlarının sonlarına doğru tamamen değişerek akla gelmedik çılgınlıklar yaparlar. Sorarım şimdi size: Böyle garip özellikleri olan adamlardan başka ne beklenir? Böyle bir insanın önüne bütün dünya nimetlerini serin, mutluluk denizine, başı kaybolana, hatta su üstünde kabarcıklar çıkana kadar gömün; geçim sıkıntısı çekmeyecek kadar da zenginlik verin. Ballı kaymakları yiyip, yan gelip yatsın; bunun yanında insan neslinin tükenmemesine de çalışsın... Bütün bunlara rağmen bu insan, nankörlüğü yüzünden inanılmaz rezillikler yapar. Balı kaymağı gözü görmez; bilinçli olarak en zararlı, kendi çıkarına en ters düşen hareketleri yapar. Bunun tek nedeni, mantıklı yaşamaktan bıkıp en tehlikeli şeylere kaçan hayal gücünü, her işine sokmak istemesidir.
Çılgınca hayallerini, en beter aptallıklarını bırakmak istemez; çünkü bir piyano tuşu değil de insan olduğunu ispat etmek derdindedir. (Buna sanki çok ihtiyacı varmış gibi.) Aslında tuşlara basıp piyanoyu çalan doğa kanunlarıdır; ama bu çalış sırasında kimse liste dışında bir istekte bulunamayacaktır. Üstelik bu adama, fen bilimleri ve matematiksel sonuçlarla, gerçekten bir piyano tuşu olduğu ispat edilse bile o akıllanmaz, sadece benim isteklerim olacak diye olmadık rezillikler yapar. Eğer bunlara gücü yetmezse, kendi kafasında karışıklıklar, korkunç fırtınalar yaratarak acı duymaya başlar ve en sonunda isteğini elde eder. Dünyanın her tarafına lanetler saçar. Lanet etmek, yalnız insana ait bir özellik olduğundan (bu, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir), bu yolla isteklerini elde eder. Bir piyano tuşu değil de insan olduğuna kesin olarak inanır. Şimdi siz, bütün bu karışıklığın, karanlığın, lanetlerin listelerde önceden hesaplanıp önlenebileceğini, böylece de mantığın ağır basacağını söyleyeceksiniz. Böyle bir durumda da insan, isteğinin yapılması için deli taklidi yapar. Buna kesinlikle inanıyorum ve doğru olduğuna da eminim.
İnsanların en önemli işi, sanırım, bir civata ya da piyano tuşu değil de insan olduğunu kendisine ispat etmektir. Bu nedenle başı belaya girse de, mağara adamlarına dönse de onun için farketmez. Gel de günaha girme şimdi: Henüz bu duruma gelmediğimize, iradenin kimbi-lir hangi şeytanın emrinde olmasına rağmen, en azından varolduğuna sevinme. Eğer bana bağırma lütfunda bulunursanız, irademin özgür olduğunu, onun yalnızca normal çıkarlarıma, doğa kanunlarına ve matematiğe uygun olması için çalışıldığını söyleyeceksiniz.
— Hadi efendim, iş listelerle matematiğe dayanıp iki kere ikinin dört etmesinden başka şey olmazsa irade nerede kalır? İradem karışmasa da iki kere iki dört ediyor. Bu, irade demek midir?
Sizlere şaka yapıyorum değerli okuyucularım ve şakalarımın da ne kadar tatsız olduğunu biliyorum. Ama söylediğim her şeyi şaka olarak anlamak da doğru değil. Dişlerimi gıcırdatarak takılıyorum belki size. Ne olur baylar, içimi kemiren bazı soruların cevabını verin bana…